Mizah hakkında ne düşüyorsunuz? Sizce bir soruna çatışmalarla mı yoksa mizahla mı yaklaşmak çözümü kolaylaştırır? İşte Temel Aksoy’un tüm bu sorulara yanıt olabilecek nitelikteki ‘’Mizah Her Kapıyı Açar’’ başlıklı yazısı…
Mizah Her Kapıyı Açar
Nasıl ki güzellik karşı koyulamaz bir çekim
yaratıyorsa mizah da en az güzellik kadar etki yapar. Sadece karşı
cinslerin ilişkilerinde değil, bütün ilişkilerde mizahın her kapıyı açan bir
işlevi vardır.
Ne kadar ciddi ne kadar öfkeli olursanız olun, zekice
yapılmış iyi bir espri sizin içinizdeki güzel insanı ortaya çıkaran
bir etki yapar. Egonuzun duvarları aniden yıkılır. Sizi güldüren
kişi, ruhunuza ulaşır. Onunla bağ kurmaya hazır hale gelirsiniz.
Hepimiz ergenlik yıllarımızdan başlayarak kendi kimliğimizi
oluştururken adına ego dediğimiz kaleler inşa edip içine varlığımızı gizliyoruz.
Aradan yıllar geçtikçe varlığımıza kendimiz bile ulaşamaz oluyoruz. Çoğumuz
tatsız, tuzsuz insanlar haline dönüşüyoruz. Hayat mücadelesi bizi bizden
uzaklaştırıyor.
Nasıl masallar ve öyküler bizi çocukluğumuzun
saflığına geri döndürüyorsa mizah da bizim içimizdeki çocuğu ortaya
çıkarıyor. Ağız dolusu kahkaha atan, kendinden geçen (egosundan
kurtulan) insanlara bakın, onların içindeki çocuğun ortaya çıktığını
görürsünüz.
Güldürmek dünyanın en ciddi işlerinden biridir, keskin
bir zekâ gerektirir. Mizah yeteneği olan esprili insanlar, toplumsal
değişime öncülük yapabilecek insanlardır. Bir siyasetçinin yıllar boyunca
anlatamayacağı bir fikri, iyi bir mizahçı saniyeler içinde anlatma gücüne
sahiptir.
Bir toplumun yeni fikirleri sahiplenmesinin en kısa yolu;
yeni fikri, senaryo yazarlarının ya da mizahçıların anlatmasıdır. Bir
ülkede dönüşümü siyasetçiler başlatır, ama yeni fikirleri topluma
benimsetenler sanatçılardır.
Mizah yapanın ayrıcalığı vardır, ona krallar bile karşı
gelemez. Krallara kimsenin söylemeye cesaret edemediği sözleri söyleyenler
hep soytarılar olmuştur. Bu özelliklerinden dolayı soytarılar, en
çok saygı duyulan kişilikler arasındadır.
Mizah, halkın iktidara başkaldırdığı durumlarda
yeşermiştir. İnsanlar deviremedikleri iktidarla “alay eden” mizah
hikâyeleri yaratmışlardır. Ortaçağda kiliseyle ve krallarla alay eden
öykü anlatıcıları ve soytarılar, düzeni en sivri dille eleştiren
insanlar olmuşlardır.
Eski Yunanda güldürünün babası Aristofanes’tir.
“Hayat tiyatro gibidir, en kötü insanlar en iyi yerde otururlar.” sözünün
sahibi Aristofanes’tir. Bizde ise Nasrettin Hoca ve
Bektaşi fıkraları, Marco Paşa hikayeleri, Karagöz Hacivat anlatıları sadece
güldürmekle kalmaz, en ciddi söylevlerin iletemeyeceği mesajları bir çırpıda
iletir.
Freud, “Yaptığımız
espriler sayesinde son derece önemli mesajlar kabul görür, ciddi bir ifadeyle
söylenen sözler kabul edilmez.” der.
Mizah, sivri dilli bile olsa kin ve düşmanlık duyguları
yaratmaz.
Sadece filozoflar değil psikologlar, sosyologlar, pazarlamacılar,
doktorlar, eğitim bilimciler için de mizah başlı başına bir araştırma konusu ve
çalışma alanı. Her geçen gün mizah üzerinde yapılan çalışmalar, bilimsel
kanıtlar çoğalıyor. Gülmenin insan bedenine ve ruhuna ne kadar iyi geldiği çok
iyi biliniyor. (Ben bundan birkaç yıl önce mizahla ilgili onlarca kitap
okudum. Mizahın -insanın bir ömür harcayacağı kadar- uçsuz bucaksız bir konu
olduğunu anladım.)
Gülmenin birleştirici bir etkisi vardır.
Tanımadığımız birisiyle ilk karşılaşmamızda ona gülümseriz; çünkü
gülümseme, bizim karşımızdakini kabul etmemizin göstergesidir.
Yönetim denince ilk olarak akla “otorite ve kurallar” geliyor. Her ne kadar son yıllarda duygusal zeka ve empati gibi kavramlar yönetim pratiğinin parçası olsa da yönetim, mizah ya da gülmeyle ilişkilendirilmez. Aksine gülme ile yönetim kavramının yan yana gelmesi yadırganır ve yöneticinin mizah yapması onun otoritesini zedeleyecekmiş zannedilir. Hâlbuki mizah, hayatımızın her alanında ve her anında vardır.
İş hayatımıza mizahı ne kadar çok sokabilirsek o kadar
yaratıcı oluruz. Ciddiyetle, sertlikle, zıtlaşmalarla, çatışmalarla,
gerginliklerle çözemeyeceğimiz sorunlara mizahla yaklaşmak,
çözümü kolaylaştırır. Mizah yaşadığımız zorlukları hafifletir, yük
olmaktan çıkarır.
Espri, savunma mekanizmalarını ortadan kaldırarak kabul
etmeyi ve kabul edilmeyi kolaylaştırır. Daha da ötesi birlikte gülebilen, aynı
espri anlayışını paylaşan insanlar arasında çok hızlı bir doğal bağ oluşur.
Aynı esprilere gülen insanlar aynı takımın parçası olurlar.
Mizah sadece hayatı neşelendirmekle kalmaz, öğrenmeyi
de kolaylaştırır. Gerginlikleri yumuşatır, insanları yakınlaştırır, en
ciddi ortamlara insani bir boyut katar. Mizah en ağır durumları hafiflettiği
için ruhumuzu dengeye getirir.
Bir insanın kendisiyle “alay edebilmesi”, bir olgunluk ve
özgüven işaretidir; kendisiyle barışık olduğunun göstergesidir.
En zor konuları bile mizahla sevimli hale getirerek
öğreten hocaların yaptıkları gibi hayatta pek çok işi mizahla
birleştirmek mümkündür. İş hayatında da, eğlenerek yapıldığında en
zor işler kolaylaşır.
Esprili reklamlardaki mesajların daha etkili olduğunu
hepimiz biliyoruz. Daha önce de birçok kez değindiğim
gibi, iletişimin dili duygusaldır; en iyi duygusal bağ kurma
yollarından biri ise mizahtır.
İnsanların nelere güldükleri kültürel olarak değişse de
genel anlamıyla mizahın evrensel bir ortak paydası vardır. İnsanları
güldürmenin her külütür için geçerli olan bir yapısı ve mimarisi vardır.
Bu anlamda mizah, kendi içinde şaşmaz bir matematiğe sahiptir.
Mizahın özü, mevcut duruma hiç beklenmedik bir anda, hiç
akla gelmeyecek farklı bir bakış açısı getirmektir. Hazırlıklı
olmadığımız bu ani bakış açısı değişikliği, sinir sistemimiz üzerinde boşaltıcı bir
etki yaratır ve gülmeye başlarız.
Gülmeye başladığımızda egomuzun etrafına ördüğümüz duvarlar
yıkılır, içimizdeki çocuk ortaya çıkar.
Gülmeye başladığımızda bağ kurmaya hazır hale
geliriz; karşımızdaki de bizim içimizdeki insana ulaşma imkânı bulur.
Not:
Temel, uzun yıllar yönetici olarak çalıştıktan sonra danışman olmaya
karar vermiştir. Bir tavuk çiftliği sahibi Temel’i çağırır ve der ki “Bir
derdim var, tavuklar hastalanıyor. Son günlerde epeyce bir kayıp verdik. Sizce
ne yapmamız gerekir?” Temel, “Kolayı var, size vereceğim şu
ilacı kullanın, faydasını göreceksiniz.” der. Çiftlik sahibi
Temel’in dediğini yapar.
Ertesi hafta Temel tekrar çiftliğe geldiğinde durumu sorar.
Adam der ki “Hiç düzelme olmadı. Aksine kayıplar arttı. Tavukların yarısını
kaybettik. Zararımız büyük.” Temel, kendine çok güvenli bir ses tonuyla,
“Öyleyse geçen hafta verdiğim ilacı bırakın, size vereceğim bu yeni ilacı
kullanın. Bu kesinlikle işe yarayacaktır.” der.
Bir sonraki hafta tekrar buluştuklarında durum daha da
kötüleşmiştir. Çiftlik sahibi umutsuzluk içindedir. Temel müşterisini
sakinleştirir, panik yapmamasını söyler ve yepyeni bir ilaç verir ve aynı
zamanda tavukların yemini değiştirir. Bu yeni yöntemle kesin sonuca
ulaşacaklarını söyler; çünkü Temel böyle durumlarla daha önce çok
karşılaşmıştır ve hepsinde de çok başarılı olmuştur. Çaresiz çiftlik
sahibi Temel’in önerdiği yöntemlerin hepsini uygulayacağını söyler.
Temel tekrar çiftliğe gittiğinde büyük bir heyecanla
durumda ne kadar iyileşme olduğunu sorar.
Adam der ki “Bütün tavukları kaybettik. Mahvolduk.”
Ve perişan bir şekilde Temel’e “Şimdi ne yapacağız?”
diye sorar.
Temel kafasını kaşır ve der ki,
“Bende daha çok strateji vardı; ama sende tavuk kalmadı.”
Yazar: Temel Aksoy
Kaynak: www.temelaksoy.com