Makaleler
Kendi gerçeğimizi biz mi çağırıyoruz uzaklardan!
- Ocak 30, 2013
- Yayınlayan: kigem
- Kategori: MAKALE

İnsanoğlu çevresinde olup biten herşeyin kontrolü altında olmasını ister ve bu nedenle olaylar ve kişiler hakkında beklentiler oluşturma eğilimindedir.
Beklentilerimiz bizim olduğumuz her yerde varlıklarını gösterirler. Beklentimiz davranışımızı yaratır. Bu nedenle, özel ve iş hayatında istediğimiz sonuçlara ulaşmanın yolu düşüncelerimizi, beklentilerimizi kontrol altına almaktan geçer.
Beklentilerimizi kontrol altına alarak aslında yaşantımızı kontrol altına almış oluruz. İnsanlardan, olaylardan, genel olarak hayattan beklediklerimizin analizini yaparak sahip olduğumuz bilinç sayesinde hayata olumlu tutum ve yaklaşım içinde olmak mümkün olacaktır.
Bugün yönetim ve eğitim alanında “kendini gerçekleştiren kehanet” olarak bilinen kavram, Kolombiya Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Robert K. Merton tarafından geliştirilmiştir. Bu kavrama göre, doğru ya da yanlış herhangi bir inanç veya beklenti, bu tanımlamayı doğrulayacak yeni bir davranış ortaya çıkarmakta ve bu olayın sonucunu veya kişinin / grubun davranışını etkilemektedir. Diğer bir deyişle, uygun olmasa da herhangi bir beklenti oluştuğunda sonuçta, kişilerin beklentileri gerçek olur. Örneğin, bir kişiyi suçlu diye nitelemek ve ona bu şekilde davranmak, suçlu olduğu beklentisine karşılık kişinin içindeki suçlu davranışları ortaya çıkarmasına neden olabilmektedir.
Kendini doğrulayan kehanet düşüncesi, İngilizcesi “Pygmalion Effect” olan diğer ismini eski bir mitolojik öyküden almaktadır. Kıbrıs prensi, heykeltıraş Pygmalion, tüm kadınların kusurlu olduğunu düşünüp ideal bir kadının heykelini yapmaya çalışır. Galatea adını verdiği bu eser, o kadar güzel olmuştur ki, Pygmalion kendi eserine umutsuzca aşık olur. Tanrıça Venüs’e dua ederek Galatea’nın bir canlıya dönüşmesini diler. Venüs bu dileği yerine getirir ve bu çift bundan sonra mutlu bir şekilde yaşarlar.
Bu etkinin çağımıza daha yakın bir uyarlaması, George Bernard Shaw’un “Pygmalion” adlı oyununda açıkça gözler önüne serilmektedir. Bu oyunda, bir fonetik profesörü Henry Higgins, Eliza Doolittle adında çiçekçi bir kızı alıp ona doğru konuşmayı ve görgü kurallarını öğrettikten sonra bir düşes haline çevirmeyi başarmıştır. Fakat buradaki anahtar nokta Eliza Doolittle tarafından profesörün arkadaşı olan Pickering’e yapılan itirafta saklıdır: “Bir hanımefendi ile çiçekçi kız arasındaki fark nasıl davrandıkları değil, onlara karşı nasıl davranıldığıdır.” Eliza, kendisine her zaman çiçekçi kız gibi davranan Higgins’e karşı her zaman bir çiçekçi kız olacağını, fakat kendisine her zaman bir hanımefendi gibi davranmış ve davranacak olan Pickering’ e karşı her zaman bir düşes gibi davranacağını belirtmiştir.
Bilinçli veya bilinçsiz olarak kişiler karşılarındakiler ile ilişkilerini beklentileri doğrultusunda yürütür ve davranışlarına beklentileri açığa çıkaracak ipuçları yüklerler. Karşı taraftaki kişiler de, bu ipuçlarından faydalanarak davranışlarını beklentiler ile uyumlu hale getirerek gerçekliği algılama biçimlerine uygun hareket etmeye gayret gösterirler.
İnsanlar, algıları ile farklı davrandıkları takdirde psikolojik gerilim yaşarlar. Kişi eğer kendisini yetersiz hissediyorsa, algılarında uyumsuzluğa neden olmamak için yetersiz davranacak ve sonuçta, beklentisinin gerçekleştiğini görecektir.
Kendini gerçekleştiren kehanet kavramı şu ilkelerden oluşmaktadır:
İnsanlar ve olaylar hakkında belirli beklentiler oluştururuz.
Çeşitli yollar ile bu beklentilerimizi belirtiriz.
İnsanlar, genellikle davranışlarını beklentilerimizle uyumlu hale getirecek şekillerde karşılık verirler. Sonuç da orijinal beklentinin gerçekleşmesi şeklinde olur.
Böylece kendini gerçekleştiren kehanet konusunda bir döngü oluşmaktadır.
İnançlar, mevcut bilgiler ve hisler hayatta yapılan seçimleri etkiler ve bu seçimler sonucunda kişiler kendilerine güven kazanır ya da kaybederler. Kişinin kendisine duyduğu güven sürekli olarak artıp azalabilir ve bu kendini gerçekleştiren kehanet haline gelir. Kişi ne kadar başarılı olursa, başarı beklentisi o kadar yüksek olur ve bu şekilde başarı, başarı beklentisini izler. Başarabileceğine inanan kişi başarmak için hareket eder. İki şekilde de inanç kendini doğrular hale gelir. Bu etki Wallenda Faktörü olarak da bilinmektedir. Karl Wallenda adında bir ip cambazı senelerce başarılı gösteriler yaptıktan sonra ipten düşerek hayatını kaybetmiştir. Ölümünden sonra eşi tarafından yapılan açıklamaya göre Karl Wallenda’nın, düşmeden önceki üç ay boyunca tek düşüncesinin ipte yürümek yerine ipten düşmek olduğu ortaya çıkmıştır. Tüm enerjisini ipte yürümek yerine ipten düşmemek üzerine yoğunlaştırmıştır. Sonuç olarak, başarısızlıktan korkulduğunda tüm düşünce, enerji aslında bu noktaya yoğunlaştığından başarıya ulaşmak zorlaşmakta, belki de imkansız hale gelmektedir. Bu kavramın gerçekten var olduğunu gösteren davranışsal araştırmalar bulunmaktadır.
1971’de Harvard Üniversitesi’nde sosyal psikolog olan Robert Rosenthal, tarafından yapılan bir araştırmada, profesör bir grup öğrenciye labirentleri çok çabuk koşabilen üstün zekaya sahip bir tür fare yetiştirdiğini anlatmış ve daha sonra normal özelliklere sahip fareleri ortaya çıkararak öğrencilerin yarısına bunların düşük zekalı fareler olduğunu, diğer yarısına da bunların üstün zekalı fareler olduklarını anlatmıştır. Yüksek zekaya sahip olduğuna inanılan fareler gün geçtikçe büyük gelişme göstermişler ve labirentin içinde daha hızlı ve daha düzgün koşmaya başlamışlar; “düşük zekalı” farelerin kımıldamayı reddetme oranı %29 iken, “yüksek zekalı” farelerinki % 11 olmuştur. Rosenthal, öğrencilerin farkında olmadan, yüksek zekalı olduğunu düşündükleri fareler hakkında daha yüksek beklentilere sahip oldukları ve bu doğrultuda davrandıkları sonucuna varmıştır. Zeki farelerle çalıştıklarını düşünen öğrenciler bu fareleri daha sevimli bulmuşlar ve daha çok sevgi göstermişlerdir. Hayvanların yanında kendilerini daha rahat hissetmişler, onlara daha nazik davranmışlar ve bu deneye diğer öğrencilerden çok daha fazla ilgi göstererek çalışmalarına devam etmişlerdir. Aynı şekilde, öğrencilerin düşük zekaya sahip olduğu belirtilen farelerden beklentileri de düşük olmuştur. Buna göre, yüksek beklentilerin doğurduğu yüksek performans o kişinin daha fazla sevilmesine, düşük beklentilerin getirdiği düşük performans ise kişinin daha az sevilmesine yol açmaktadır.
Başka bir deneyde, Rosenthal ve Lenore Jacobson 18 sınıftan ilkokul çocukları ile çalışmışlar ve her sınıftan eşit sayıda öğrenciyi rastgele seçerek, öğretmenlerine bu çocukların sene içinde entelektüel anlamda çok büyük gelişme gösterebileceklerini belirtmişlerdir. Bu grupta bulunan çocukların genel IQ puanı olarak 4 puan yükseldikleri gözlenmiştir. Rosenthal’a göre, öğretmenlerin neyi, ne şekilde ve ne zaman söylediği, yüz ifadesi, beden dili, belki dokunuşu bile öğrencilere onlardan yüksek performans beklediğini iletmiş olabilir. Bu şekilde gerçekleşen bir iletişim, eğitim tekniklerinde meydana gelen olası değişiklikler ile birlikte öğrencilere kendi benlik kavramlarını, kendi davranışlarından beklentilerini ve motivasyonlarını, kavrayış stil ve yeteneklerini değiştirerek öğrenmelerini desteklemiş olabilir. Söz konusu deneyde öğretmenlerin öğrencilerle geçirdiği vakit arasında bir fark yoktur, ancak ilişkilerin niteliğinde değişiklik gözlenmişti.
Öğretmenler gelişme bekledikleri çocukları daha uyumlu ve daha sevimli bulmuşlardır. Deneyde diğer grupta yer alan öğrencilerin bir kısmı da IQ seviyesinde artış göstermiş, fakat öğretmenleri tarafından uyumlu veya sevimli olarak kabul edilmemişlerdir.
Sonuç olarak, entelektüel anlamda gelişmesi beklenenler kendilerinden bekleneni gerçekleştirmiş ve öğretmenleri de bu durumdan memnun olmuşlardır. Bunun yanı sıra öğretmenler, sürpriz şekilde başarı göstererek kendilerinden beklenmeyeni gerçekleştiren öğrencileri sınırlarını aşan, sorun çıkaran kişiler olarak belirlemişlerdir. Yüksek veya düşük olsun, beklentilerin her şeklini doğrulayan kişiler rahatlık ve güven hissi yaratmışlardır.
Bu kavram profesyonel hayata aktarıldığında, aslında kişinin beklentisini gerçekleştiren bu kehanetin işleyişi yüksek beklentilerin, yüksek performans; düşük beklentilerin de düşük performansa neden olduğu bir döngü halinde gerçekleştiği görülmektedir.
Profesyonel hayatta kendini gerçekleştiren kehanet kavramı, 3 temel ilke ile açıklanabilir:
Yöneticiler çalışanlar hakkında çeşitli beklentiler oluştururlar.
Hedef belirleme, planlama ve geribildirim sağlama gibi süreçler aracılığı ile bu beklentilerini çalışanlara iletirler.
Çalışanlar da kendilerinden beklenenler doğrultusunda tepki verme ve davranma eğilimi gösterirler.
İnsan doğası hakkında oluşturulmuş yaklaşımlar, yönetici beklenti ve davranışları, çalışanların tepkileri bu döngünün üç önemli faktörünü oluşturmaktadırlar. Sosyal psikolog Douglas McGregor’un tanımlamış olduğu yönetim şekilleri olan X ve Y teorileri kendini gerçekleştiren kehaneti açıklamakta yol gösterici olmaktadır. İnsan doğası hakkında olumsuz varsayımlarda bulunan ve yönetim şekli olarak otoriteye dayanan X teorisine göre, ortalama bir çalışan işini sevmemekte ve elinden geldiği kadar işten ve sorumluluktan kaçmakta, öz yönetim yerine yönetilmeyi ve herşeyin üstünde güvenliği tercih etmektedir. Motive edici unsur korkudur. Çalışanların bireysel ihtiyaçlarını dikkate alan Y teorisi ise, insan doğasına karşı çok daha olumlu bir yaklaşım içindedir. İnsanlar öğrenmek ve kendilerini geliştirmek arzusundadırlar. Çalışmayı tatmin edici, doyurucu ve eğlenceli bulmaktadırlar. Kişiler, sorumluluk ihtiyacı duyarlar ve amaçlarına ulaşabilmek için kendilerini yönlendirebilirler. Burada motive edici unsur, başarı, kabul görme, meydan okumalarla başa çıkma gibi ihtiyaçlardır.
Astları hakkında yaptıkları bu çeşit varsayımlar, yöneticilerin beklentilerini ve davranışlarını etkilemektedir. İnsanların çalışma arzusunda olmayan, sorumluluktan kaçan ve motivasyonu düşük kişiler oldukları varsayıldığında yöneticilerin çalışanlarının işlerini sürekli olarak eleştireceğini ve kişilere ne kadar tembel ve sorumsuz olduklarını dile getirebilecekleri düşünülebilir. Bunun yanında, çalışanların zeki, sorumluluk sahibi, öğrenmeye açık ve hırslı oldukları varsayıldığında yöneticiler bu kişilere zorlayıcı görevler ve görevlerini gerçekleştirebilmeleri için özgürlük verecek ve onlara koçluk yapacaktır. Sürekli başarıları övülecek, yeteneklerine duyulan inanç net bir şekilde karşı tarafa aktarılacaktır.
Kendini gerçekleştiren kehanet döngüsü tüm bu beklenti ve davranışlar karşısında çalışanların gösterdikleri tepkiler ile devam etmektedir. Çalışanlar yöneticilerinin yüksek beklentilerine ve yeteneklerine duyulan güvene olumlu yaklaşım sergileme eğilimindedirler. İnsanlar çoğunlukla, kendilerinden bekleneni yaptıkları için, eğer bir yöneticinin beklentileri düşük ise, çalışanların verimi de düşük olma eğilimi gösterecektir.
Bu üç değişkenin herhangi birinde meydana gelebilecek bir değişiklik diğer iki değişkeni de etkileyecektir. İnsanlar hakkındaki varsayımlarda meydana gelen bir değişiklik, başarı beklentilerini yükseltecek ve neticesinde çalışanlar da yöneticilerinin kendilerinden bekledikleri hedefleri gerçekleştirecek şekillerde davranacaklardır. Örneğin, bir çalışan performansında büyük çapta bir gelişme gösterdiğinde, yöneticisi çalışanlar ve özellikle o kişinin yetenekleri ve motivasyonu hakkındaki varsayımlarını tekrar gözden geçirecek ve oluşturacağı yeni varsayımlar yeni beklentiler doğuracak, bu da çalışandan beklenen çıtanın yükselmesini sağlayacaktır. Böylelikle, kişinin yeteneklerine olan inanç da doğrulanmış olacaktır.
Performans görüşmeleri, bir yöneticinin çalışanları etkilemek için kullandığı çok önemli bir araçtır. Bu görüşme sadece geçmişi değerlendirip özetlemekle kalmaz, gelecekte oluşacak performansı da etkileyerek belirlemektedir. Bu özelliği ile kendini gerçekleştiren kehanete iyi bir örnek de teşkil etmektedir.
Bir yönetici, düşük beklentilere sahip olduğu mesajını çalışanına bilinçli veya bilinçsiz, sözel olarak veya beden dili ile iletmektedir. Yukarıda konusu geçen deneyde öğretmen – öğrenci ilişkisinde olduğu gibi, bir yönetici, yaptığı eleştiriler, övgüler, sağladığı bilgiler ve geri bildirim ile çalışanın başarısı veya başarısızlığı üzerinde çok etkili bir rol oynamaktadır.
Yaratılan genel atmosfere bakılırsa yöneticiler sosyal ve duygusal anlamda sıcak bir iş atmosferi yaratarak beklentilerinin yüksek olduğu çalışanlara gülümsemek, destekleyici şekilde başlarını sallamak, göz temasında bulunmak gibi sözel olmayan kanallar ile yüreklendirici ve arkadaşça oldukları mesajını iletmektedirler. Beklentilerin düşük olduğu kişilere büyük projelerde çalışmaları, fikirlerini belirtmeleri ve sunum yapmaları için daha az fırsat verilmektedir. Bunun yanında yöneticiler, yüksek beklentilere sahip oldukları astlarını daha zorlayıcı ve daha önemli projede görevlendirirler. Yöneticiler, bu kişilere toplantılarda, görüşmelerde her türlü fikirlerini açıkça ortaya koyabilecekleri olanaklar sağlar; onların yanıtlarına daha fazla önem verir ve problemlerin çözümünde onlara daha fazla destek olurlar. Astlara sağlanan geri bildirime bakıldığında ise yöneticilerin, yüksek beklenti duydukları çalışanlara daha fazla olumlu geri bildirim verdikleri, başarıları için daha fazla övgü gösterdikleri, yaptıkları hatalar için daha az eleştirdikleri gözlenmektedir. Beklentilerinin düşük olduğu kişileri ise başarı ile sonuçlanan çabalarının ardından daha az övmekte, başarısızlık durumlarında da bu kişilerin yanında yer almayıp, onlara daha az yardımcı olma, onlara performansları ile ilgili daha az ve yetersiz geribildirim sağlama eğilimi göstermektedirler.
Profesyonel hayatımız olsun, özel hayatımız olsun, hepimiz aklımızı istediğimiz şeyler üzerine yönlendirebilmek gibi, kendi kontrolümüz altında olan çok önemli bir gücün bilincinde olmalıyız. Ne düşüneceğimizi seçerek yaşamak istediğimiz hayatı yaratma gücü bizim elimizde. Başarının temelinde gerçekten ne istendiği sorusu yatmaktadır. Ulaşmak istenen nokta, hedef nedir? İsteklere ulaşmaya engel olan şeyler neler? Şu an içinde bulunulan çevre, iş ortamı, aile kısacası bizlerin dışında gelişen olaylar mı, yoksa bu ortam hakkında düşünmeyi seçtiğimiz şeyler mi? Unutmayalım ki yaşamın kendisi, kendini gerçekleştiren bir kehanettir. Düşüncelerimiz ve seçimlerimiz ile yaşadığımız hayatı yine kendimiz yaratırız. Kısacası, düşündüklerimiz gerçeğimiz olur!
Ekleyen:Kigem
